Peygamber’in en uzun yolculuğu: İsyanlar, zor yüzleşmeler ve kurban İshak…
İshak’ın ilk oğlu olan Esav’ın, öncesinde amcası İsmail’e sonrasında da kardeşi Yakub Peygamber’e ulaşmak için çıktığı yolculuğu; geçmişin pirüpak izleriyle, karanlıklarıyla, ihanetleriyle ve dahi olabileceklere gebe gerçeklikleriyle anlatıyor Okan Çil. İktidar mücadelesinde vicdanın mağlubiyetini, hırsın kaçınılmaz zaferini ve intikamın affetmeye yenik düştüğü anları, kalemini kadim zamanların topraklarında oynatarak veriyor. Bize ise, ismini bildiğimiz, hikayelerine aşina olduğumuz peygamber soyunun derinleşen yolculuklarına eşlik etmek kalıyor.
ESAV’IN ÖLÜLER’LE KARŞILAŞMASI
“Cübbesinin eteği rüzgârda savrulurken elinde asasıyla kumlara bata çıka yürüyordu Esav.”
Okan Çil’in Esav’ı tasvirlediği bu ilk cümle, Esav’ın kendisiyle ortak kadere sahip amcası İsmail’in yoluna düştüğü ve ona ulaşana dek aç kalmaya yemin ettiği yolculuğa davet ediyor bizi. Ardında çocuklarını, karılarını, kölelerini bırakan Esav’ın bu yolculuğa neden çıktığının cevabı ise henüz ilk paragrafta veriliyor: “Uçsuz bucaksız bir çölün ortasında, dünyadaki tek amacına doğru var gücüyle ilerliyordu. Onca yılın acısını dindirmek, ölüme huzurla yürümek için başka bir çaresi yoktu.”
Pek tabii Esav’ın çölün ortasında aç biilaç, derbeder sürdürdüğü yolculuğu pirüpak ilerlemiyor. Ardında bıraktığı kabilesinde Esav’ın peşine düşmekle onu bu yolculukta yalnız bırakmak arasında gelgitler yaşanırken, Esav’ın yolu insanları diri diri yiyen ve hatta zaman zaman kendi bedenlerinden parçalar kopararak karınlarını doyuran Ölüler’le kesişiyor. Okan Çil’in “Onları tek bir kabile hâline getirip birbirlerine sıkı sıkıya tutunmalarını sağlayan şey çaresizlikti,” diye tanımladığı Ölüler, kabileden birinin Esav’ı kurtarmak için yola çıktığından habersiz, onu kurban etmeye hazırlanıyorlar.
İsmail’in yolunda en büyük engellerden birine rastlayan ve Ölüler tarafından kendisine pay edilen insan etine direnen Esav, kurtuluş umudu doğduğunda, Ölüler’in liderine bir teklifte bulunuyor. Ölüler’in lideri Yeret, bu teklife şüpheyle yaklaştığında, Esav kendisinden şüphe edilmesinden dolayı derin bir üzüntü hissediyor ve peygamberliği ondan çalan kardeşi Yakub’a duyduğu kalp kırıklığını da içeren şu cümleyi kuruyor: “Ben Yakub değilim! Benim adım Esav!”
YAKUB’UN PEYGAMBERLİĞE YOLCULUĞU
“Anasından çıkarken bile düzenbazlık yapan, ilkdoğan olmak için abisinin topuğunu tutan birinden ne beklenirdi ki zaten!”
Yakub’un ihanetini anladığında Esav’ın zihninde duygusal düzlemde yankılanan bu cümleden sayfalar önce Okan Çil, Esav ve Yakub’un doğumunu ve isimleriyle neyi temsil ettiklerini anlatıyor bize: “Bütün kanı göğüsleyip çıkmasından ve duruşundaki mağrurluktan cesareti belli olan ilkdoğana, ‘olgunlaşmış, tamama ermiş’ anlamına gelen Esav adını verdi. Abisinin topuğuna yapışan, onun önüne geçmeye çalışan diğerine de, ‘topuk tutan, hilekâr’ anlamına gelen Yakub ismini verdi.”
Yakub, babasını kandırarak Esav’ın yerine geçiyor ve kutsanıyor, nihayetinde de Yakub Peygamber oluyor. Peki, var olan düzeni düzenbazlıkla yıkan, Esav kadar kuvvetli olmadığı için tüm bunları hilekârlıkla yapan, zayıf olanı koruma içgüdüsüyle rehavete düşen annesinin sözleriyle kendine bir veçhe belirleyen ve hatta nihayetinde, peygamber olmayı abisinden istemeden alan babasının yolunu kendine bile isteye çizen Yakub, yalnızca sıradan insani dürtülere teslim olmuş biri mi yoksa korkak bir peygamber mi?
İçinde bulunduğu normlara direnerek normatif olanı yerle yeksan edenlerin yolu ne şekilde yürüdükleri mühim midir yoksa gerçekten aşkta ve savaşta her yol mübah mıdır? Direnmeyi seçmemek, kendisini korkulu uykulara yatıracak usulsüzlüğü güce kavuşma pahasına göze almak, annesinin yumuşak karnına kaygıyla uzanmak; Yakub’un laneti mi yoksa savaşma şekli mi?
Okan Çil, hem Esav’la hem de Yakub’la empati yapmamızı sağlayarak, görece bir taraf belirletiyor bize. Haklıyı okurun penceresine bırakıyor. Ve sonra Esav’ın atını, önce İsmail’e sonra da Yakub’a dört nala koşturarak, yüzleşmeye giden yolu aralıyor.
İSHAK’IN KURBAN EDİLİŞİ
“Tam bıçağı İshak’ın boğazına çalacakken karşısında bir melek peyda oldu. ‘Dur İbrahim,’ dedi. “Çocuğa dokunma. Tanrı’yı çok sevdiğini, onun için her şeyi yapabileceğini ispat ettin artık.”
İnanışların birinde kurban edilmek üzere götürülenin İsmail olduğu söylense de, Moriya Tepesi’nde İbrahim’in bıçağının İshak’ın boynuna dayandığını anlatan Okan Çil, Tevrat’ı kılavuz alıyor.
İbrahim bıçağı indirdikten sonra çalılara boynuzu takılmış bir koç görüyor ve İshak’ın yerine onu kurban ediyor.
Peygamber soyundaki bolluk bereket ve hatta Okan Çil’in de anlattığı üzere, bu olaydan yıllar evvelinde, İshak’ın doğumunda kesilen kurbanlar, dökülen kanlar; peygamber soyunun aslında refah içinde yaşadığını gösteriyor bize. İbrahim 100, karısı Sara ise 90 yaşındayken doğan İshak, doğumuyla birlikte abisi İsmail’in sürgün edilmesine istemeyerek sebep olurken, peygamber soyunun kendisinden devam edeceğini müjdeliyor. Peki öyleyse, Tanrı neden İbrahim’den İshak’ı kurban etmesini istiyor?
‘Peygamber’de Okan Çil, kadim zamanların içinde zamanı biraz daha geriye alarak cevapları usul usul veriyor bize. İshak’ın Moriya Tepesi’ne yeniden çıkışını ve kendi elleriyle bir koçun boğazına bıçağı dayayarak, karısı Rebeka’nın döl tutmayan rahmi için kan döküşünü anlatıyor. Esav ve Yakub’un doğum haberini müjdeleyecek bu adağın İshak’a hissettirdiklerini ise şöyle aktarıyor: “Sonra hiç düşünmeden bıçağı koçun boğazına çalıverdi. Hepten debelenip korkutucu sesler çıkaran hayvanı zaptetmeye çabalarken, onu değil de kendi çocukluğunu kurban ediyormuş gibi suratına bir ürperme yerleşti.”
YÜZLEŞME
Birbirlerine büyük bir aşk ve vefayla bağlı olan İshak ve Rebeka, oğulları Esav ile Yakub için karşı karşıya geldiklerinde, zihinlerindeki sezgisel kavrayışı aktarıyorlar. İshak âmâ olan gözlerinin ve Rebeka’nın kurnaz planının yanıltıcılığında, Esav yerine Yakub’u kutsamasının ardından karısından hesap soruyor. İlkdoğan hakkı Esav’ındı, kutsanması gereken oydu diye haykırdıktan sonra, Rebeka’nın iç döküşünü dinliyor: “Yıllar yılı kafanı kaldırıp bir kez olsun bakmadın Yakub’uma. Zavallı çocuk, ömrü boyunca senden bir sevgi, bir şefkat bekledi ama sen varsa yoksa Esav’la ilgilendin! Neden? Çünkü Esav daha kuvetli! Çünkü Esav iyi avcı! Çünkü Esav ilkdoğan!”
Başka bir yüzleşme de yıllar sonra Esav ve Yakub Peygamber arasında gerçekleşiyor. İki kardeş, Yakub’un çadırına birlikte girdikten sonra, Yakub en yumuşak minderlerin olduğu başköşeyi, kendi yerini Esav’a işaret ederek oraya oturmasını istiyor. Sonrasında Okan Çil, Esav’ın kardeşini affetmeye çabalarken, uğradığı ihanetle başa çıkmayı tam anlamıyla başaramadığını gösteren şu cümleyi kurduruyor ona: “Benim kimsenin yerinde gözüm yok çocuk! Geç otur yerine!”
GENELE BAKIŞ
Göklerin sırrından, yıldızların ilminden bahseden Huşim’den, çadır boyunda ateşler yakarak, hayvan leşleri yardımıyla Esav’a ne olduğunu göreceği sıtmalara tutulan büyücü Sehira’ya; İsmail ve annesi Hacer’i kıskançlığından dolayı sürgüne gönderen Sara’dan, Esav’ın avını kendine almak için onunla ölümüne bir dövüşe tutuşan ve peygamberlik hakkının Yakub’a geçişinin yolunu açacak olan darbeyi savuran ayıya, henüz küçücük bir çocukken sahibi tarafından dili kesilerek dağ başına bırakılan ve sonra Esav tarafından kurtarılan Adori’den, insanların ve dahi diri diri yenilen hayvanların korkulu rüyasına dönüşen Ölüler’in lideri Yeret’e kadar incelikle işlenmiş karakterleri ve gerçek bir hayatta kalma savaşını anlatıyor ‘Peygamber’. İhanetleri, affetmeleri ve geçmişin felaketlerinin geleceğe zuhur edişini gösteriyor.
‘Peygamber’de Esav’ın tek başına çıktığı yolculuk, üç kişilik bir serüvene dönüşürken Yeret; büyük bir değişim geçiriyor. Bu noktada Okan Çil, Yeret’in yaşadığı çelişkiyi ve sonrasında uğradığı değişimi diyalog cümleleriyle başarıyla aktarırken, bana kalırsa zihnindeki ayrımsamayı belki bile isteye belki de farkında olmadan örtülü bırakıyor.
Başka bir eleştirim de kadim zamanlarda geçen ve kurgusu, atmosferiyle etkileyici bir sürükleyicilik barındıran ‘Peygamber’de, anlatılan zamanı sekteye uğratan güncel kelimelere rastlamış olmak.
Diyalektiği güçlü, heyecanı yüksek, gerçekliği sarsıcı ‘Peygamber’le olan yolculuğumu bitirirken; yaşanılan acıların derinliğine son kez dalıyor ve son sözü, Esav’ın rüyalarını anlatan, böylece yaşanılanlara anlam atayan Okan Çil’den ödünç alıyorum: “Evladıysa ona kin dolu gözleriyle bakıyordu. Esav’ın bebeği cariyeye verip onların önüne geçtiğini görünce, babasının kendisini asla kutsamayacağını sonunda anladı. Dişlerini sıkmasıyla kılıcına davranması bir oldu ve Esav’ın başını gövdesinden tek vuruşla ayırdı. Zavallı cariye aklını yitirmiş gibi çığlık atarken, Esav’ın başı mağaranın derinliklerine doğru yuvarlanıp kayboldu…”